Kamu görevlilerinin 2014 ve 2015 yıllarında yararlanacakları mali ve sosyal hakların belirlendiği toplu sözleşmede memurların maaş, ücret ve sosyal haklarında artış ve iyileştirmenin yanında mağduriyetlerin giderilmesini sağlama noktasında yeni hükümler hayata geçirilecek. Sözleşme imzalandı fakat sonrasında konfederasyonlar arasında demeç, basın açıklaması, uzmanların bile kafasını karıştıran tablo detayları, ekonomik analizlerle zembereğinden boşalmış bir ispat yarışı var.
On bir iş kolunun onunda yetkili olan ve yetkili konfederasyon sıfatıyla Kamu İş Veren Heyetiyle masaya oturan Memur-Sen, imzaladığı sözleşmenin artılarına vurgu yaparken, taban aylığa zam yapıldığını, öğretmene ek ödeme alındığını, tam yüz yedi kazanım elde edildiğini söylüyor. Diğer konfederasyonlar sözleşme için “satış sözleşmesi”, vebali ağır imza” gibi çok ağır yaftalamalarda bulunuyorlar.
Tamamen kutuplaşmaya dönmüş, hiçbir noktasında kısmen bile olsa ortak söylem geliştirilememiş, büyük bir zafer varmış koca bir hezimete uğramış minvalinde uzak uçlu bu tartışmanın görünen sebebi “sözleşme maddeleri” olsa da belli ki altında hatta dibinde yatan başka nedenler var. Bu maddeler üzerinde ne kadar tartışılırsa tartışılsın hiç kimse diğerine “haklısın arkadaş” demeyecek/diyemeyecek çünkü:“mevzu: sözleşme değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?”
Eleştiri getiren iki konfederasyon kendileri de daha önce yıllarca toplu sözleşme/görüşme masasına oturdular, geçmişte elde ettikleri şaşalı bir kazanım olsaydı; elbette biz şunu yapmıştık siz yanına bile yaklaşamadınız diyeceklerdi. Gel, gör ki böyle bir kazanım yok. Peki, geçmişte hükümetlerle pazarlıkta başarısız olmalarının asıl sebebi neydi?Elbette ellerini kollarını bağlayan, memura “rica hakkı”nın ötesinde başka bir hakkı reva görmeyen sendika yasasıydı. Bu yasayla başarılı olmanın çok zor olduğunu gören Memur-Sen, bu yasa değişmeden girilen her sözleşme seferinin asla zafer doğurmayacağını gördüğü için öncelikle sendika yasasını masaya yatırdı ve referandum sürecinde bu yasa değişikliğini “olmazsa; olmaz” olarak belirledi ve bu şartla referandumda “evet” dedi. Kendi yetkili oldukları dönemde ellerini kollarını bağlayan bu yasanın değişmesi için diğer konfederasyonlar ne yaptılar, sendika olduklarını unutup ağabeylerinin güdümünde kutsal ittifaka dâhil olup “hayır” diyerek ayaklarındaki bu bukağıyı çıkarmayı reddettiler. Sendikacılığın elinin genişlemesi ağabeylerinin siyasi emellerinden daha cazip geldi veya yapıları gereği buna mecbur kaldılar.
Memur-Sen’in gayretiyle değiştirilen bu yasa, sendikacılığı ideal hale getiremediyse de birazcık nefes aldırmıştır. Bu hukuki zeminde bu yıl imzalanan toplu sözleşme, bazı konfederasyonlarca kendilerini bağlamıyormuşçasına, sanki kendileri ve üyeleri bunun ötesinde ve dışındaymışçasına bir ötekilik oluşturarak toplu sözleşmeyi küçümseme, linç etme, değersizleştirme yoluna giderek; gezi olaylarının gösterdiği ayrıştırıcı etkiyi bir nebze buraya da taşımış oldular.
Hücum oynayan bu konfederasyonların ortaya koyacakları geçmişten bir temsilleri olmadığı için sendikacılığın ideallerine yaslanıp; her on yılda bir darbeyle budanmış, kıstırılmış, popülist politikalarla keşmekeşe dönmüş, farklı uygulamaların içinde adalet, iş barışı, eşitlik ilkelerini kaybetmiş ve kendi yetki dönemlerinde kısmen bile çözülmemiş yüzlerce sorunun bu toplu sözleşmeyle çözülememiş olmasını başarısızlık olarak ortaya koyarken; kendileri ideal davranmadıkları halde ideal teoriler ortaya sürüyorlar. Her aklı başında memur biliyor ki sendikaların beklentileri ideallerle örülü iken, masa kendi gerçekleriyle her zaman daha güçlü.
Bunlara karşı defans yapan Memur-sen ise bir haftada alelacele imzalandığı söylenen sözleşmeye bir yıldır hazırlandığını söylüyor. Dersini iyi çalıştığı için hazırlık aşamasında bir sorun olmadığını beyan ediyor. İki yıllık imza stratejisi için de; yüzdelik zam alarak piramidin üst kısmını daha çok besleyip alt kısım ile farkı açmaktansa taban aylığa zam alarak, piramidin alt kısmını daha çok desteklemeyi, uzun vadede bunun herkes için daha adil ve daha faydalı olacağını, alt yapısı beslenmiş, etki alanı genişletilmiş bir kazanımın üstüne ikinci yılda yüzdelik zam alarak yüzdelik zammı daha hacimli ve işlevsel hale getirmek istediklerini söylüyorlar. Dahası 2002 yılından bu yana ilk kez taban aylığa zam alınabildiğini, öteki konfederasyonların zam almayı bırak teklif dahi alamadıklarını, bu taban aylığa yapılan zammın çalışanların yüzde seksen beşini doğrudan etkilediğini fayda bakımından ve herkesi kuşatması bakımından daha kazançlı olduğunu dile getiriyorlar.
Burada rakip konfederasyonlar yine hücuma geçiyor, öncelikle elde edilen kazanımların niteliğini tartışmadan sözleşmenin imzalandığı süre olan niceliğine takılıyorlar. Niçin, bir haftada imzalandı, neden zaman iyi kullanılmadı diyerek eleştiri getiriyorlar. Memur için elde edilen değer “nitel”, geçen süre “nicel” dir. Nicelin nitele öncelenmesi ya samimi değil ya basiretli değildir.
Diğer bir hücum konusu da, neden hükümetin teklifi olan yüzdelik zam gibi daha avantajlı bir anlaşma imzalanmadı da, daha az kazanç getiren taban aylığa razı olundu. Bu haber dolaşıma Vatan, Radikal, Hürriyet gazeteleriyle yani Doğan Medyası aracılığıyla girdi. İşine gelen konfederasyonlar ideolojik ve duygusal davranarak bu haberi sitelerinde yorumsuz olarak verdiler. Kaba bir mantıkla düşündüğümüzde; yüzdelik rakam, çok parayı çok, az parayı az etkiler. Yüksek maaş alan üst sınıf memurun işine gelen bu durum daha düşük maaş alan memur için kazanç sayılamaz. Piramidin üst kısmı daha çok sivrilirken alt kısmı gittikçe yassılaşır. İlk hedefini daha çok kesimin uzun vadede daha çok kazanmasını, maaşlar arasındaki makasın daralmasını strateji olarak benimsemiş bir mantığın hata yapmadığını gösterir. Nitekim önce maaşlar arası makas daraltılmış, taban aylıkla etki alanı genişletilmiş sonra ikinci yıl için öve öve bitirilemeyen yüzdelik zam kabul edilmiştir.
Bu tepkileri bu kadar çığırtkan kılan ve haklılık payı doğuracak kırıntı söylemlere dahi tenezzül edebilecek derecede çaresiz bırakan şeyler yazının başında ifade ettiğimiz bu görünen konuların altında yatan gerçekler.
Diğer konfederasyonlar fena halde Ak Parti iktidarından rahatsızlar. “Ak Parti gitsin, Memur-sen bitsin” memleket ne olursa olsun, memur gerekirse zarar etsin modunda sendikacılık yaptıklarından sürekli pozisyon hatası yapıyorlar. Savaş zamanı barış yaptıkları için savaşı; barış zamanı savaş yaptıkları içinde barışı kaybediyorlar. Ekonomik analizler üzerinden psikolojik bir hareket geliştirip sahada söz sahibi olmaya devam etmek, belki olası bir “sıcak sonbahara” Memur-Sen’i de kuşatacak bir dalga eklemek istiyorlar. Hükümetle daha farklı bağlamlarda tutuştukları kan davalarının rövanşını ortak idealleri paralellik arz eden Memur-Sen’e de sıçratarak toptan hesap görmek istiyorlar.
Oysa Ak Parti’yi iktidarda tutan halk desteği ne ise (onlara göre) ne kadar meşru ise Memur-Sen’i yetkili konfederasyon yapan aynı destektir. Alan da ikna edemediği çalışanları yandaşlıkla yaftalayarak, mevki, makam koltuk için orada duruyorlara getirerek, Memur-Sen’in her üyesini töhmet altında bırakacak şekilde pervasız söylemler geliştirerek, imzalayamadığı her sözleşmeyi mundar ilan ederek sendikacılık yapmak ilkeli değil “ilkel” sendikacılık yapmaktır.
Bir konfederasyon üye sayısı bakımından Memur-Sen’le aranın gittikçe açılacağından korkuyor, erime başlarsa endişesiyle hezeyanlara kapılıyor, oysaki önemli olan çok olmak değil haklı olmaktır. Çok değilseniz bari “hak”lı olma yolunu seçin. Diğer konfederasyonda uzun süredir memur sendikacılığını suya atmış çıkan yerini taşlamakla meşgul. Hükümet devirme operasyonlarına sivil ayaklık etmekten sendikacılığa vakit bulamıyor. Yıllardır diline pelesenk ettiği kof kavramlarla, tüm dünyada çatırdamış, sıvası ve boyası dökülmüş ideolojiyi romantik kaygılarla diri kılacağım derken; kendine olunca; “özgürlük” başkasına gelince; “aymazlık” ikileminde örgütçülük yapıyor. Alanlarda çalışanların hiçbir problemiyle ilgilenmeden hükümete siyasi ayar vermenin şehvetiyle memur tarafından ne zaman aransa meşgul çalıyor.
Asıl sıkıntı, masa da söz sahibi olamayanların sahada pay sahibi olmaya çalışmasıdır. Önceden imzalayamadıkları kazanımları biz eylem yaptık da öyle kazanıldı diyenlerin bu sefer eylem yapacak, “gezi kalkışmasına kardeş selamı çakacak fırsatı” elde edememesidir.
Bu konfederasyonlar başlarının bağlı olduğu siyasi partilerin güdümünden çıkarak, konumlarını revize edip, her şeye “hayır, istemezük” diyerek, sözleşme süreçlerini, “keşke masada hata yapsalar” temennisiyle geçirerek, ya da “Ak Parti ile Memur-Sen bir birine girse” bize de gün doğsa beklentisine meftun kalarak, masa da yer bulamayınca “yerim dar, oynayamıyorum” bahanesine düçar kalarak vakti tüketmek yerine; doğruya doğru, eğriye eğri, yeri gelince; tebrikler, “bu kazanım hepimizin”, “savaş zamanı savaş”, “barış zamanı barış”, “taltif zamanı taltif”, “eleştiri zamanı eleştiri” sahiciliğine ulaşmadan Türkiye’de sendikacılık asla yörüngesine tam otur(a)mayacaktır.
Soru çözen öğrenciden sorun çözen insana
Hızlı ve organize kötülük, müzmin ve örgütlü iyilik
Tarihe hamasetle değil verasetle talip olmak
Sendikacılığımızın İki Kapısı var: İnsanımızın refahı İnsanlığın felahı
Türkiye'de Eğitim ve Vesayet
Sol Sendikaların Özgürlükle İmtihanı
Eğitim Savaş Konusu Olursa, Harcanan Cephane İnsan Olur.
Fantastik Proje Fatih, Neyi Fethedecek?
Soru çözen öğrenciden sorun çözen insana
O, önde gidenlerin öncülerindendi
Fedakârlıklarımızın ham maddesi ideallerimizdir
Gelecek güzel günler bizim gayretlerimizle şekillenecek
İstiklâl ve istikbâl mücadelemiz
Bir halk destanı: 15 Temmuz
Müzakere kültürü
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ